14 Şubat 2012 Salı

Şubat 2012 Lila Kutu


Malum kozmetik al-satçısı, AVM gediklisi markalara rant sağlamak amacıyla yasaklanan yurtdışından kozmetik alışverişi nedeniyle kozmetik meraklısı tayfa bu kutulara tebelleş olduk. 

Her ay belli bir ücret karşılığı abone oluyor ve farklı markaların tam boy, seyahat boyu ve ya deneme boyu ürünlerini alıyoruz. Ben de Lila Kutu abonesiyim. Şubat ayı kutusu ödediğimiz paraya değecek içerikteydi. İçindekiler:

  • L'occitane  Vücut Losyonu 30 ml (Denemeye değer)
  • Revigen Şampuan 50 ml (Saç dökülmesi sorunum yok ama küçük ambalajlar seyahat için iyi olur)
  • Max Factor Ageless Elixir Fondöten (Tek kullanımlık) (Yaşım tutmuyor :)
  • Marrakes Oil saç şekillendirici iksir (Tek kullanımlık) (Briyantin tarzı bir ürün sanırım. Kesinlikle kullanmam)
  • Durance El Kremi (Tek kullanımlık) (Fotoğraf çekiminden sonra bitirildi. Sıradan bir el kremi)
  • Cosmed tüy azaltıcı vücut losyonu 20 ml ve tüy azaltıcı serum 10 ml. (Lazerden sonra denenecek)
  • Bir çorap ve kalpli bir toka (Çok sevimliler)
  • Activar marka yüz maskesi. (Yeşil çayla karıştırılıp yapılıyormuş. İlk defa görüyorum böyle bir ürünü. En kısa zamanda yapılıp postu yazılacak. Maske tarifi aşağıda)
  • Ve kutunun en güzel parçası: Inglot marka tam boy allık. Adını bulamadım ama ambalajın üzerinde 32 numara olduğu yazıyor. Çok tatlı şeftali-pembe arası bir ton.


Gelelim eleştirilere

Lila Kutu sayfasında güzellik profilimiz olmasına rağmen çok alakasız ürün gönderilmesini anlayamıyorum. Örneğin Max Factor Ageless Elixir Fondöten 'in hitap ettiği yaş aralığı belli. E bizim doğum tarihimiz de sitede kayıtlı. Neden yaşımıza uygun bir fondöten değil de bu geliyor? Değil mi ama?

Ocak ayı kutusu tam bir fiyaskoydu gerçekten. Bu ay toparlamışlar biraz. 

Çorap, toka gibi alternatif ürün göndermelerini çok beğendim. 

Genel olarak kutu kalitesi ve markanın müşteri hizmetlerinden de çok memnunum. Ayşenur Yazıcı'nın da katkılarıyla sayfaları giderek daha kaliteli hale geliyor.

Her geçen ay Lila Kutu'nun kendisini geliştirmesini bekliyoruz.

Sevgililer gününüz kutlu olsun. Sevgiyle ve sevgilinizle kalın




Kendiniz Hakkında bilinmeyen 8. şey


Kendiniz hakkında bilinmeyen 7 şey yazısını yazarken en önemli maddelerden birini atlamışım. Kadınların malum, erkeklerin gizli sorunu: Yön Bulma !! 

Hayatım boyunca hiç yön bulma duygusu yüksek bir insan olamadım. Yön bulamadığım gibi yanımdakini şaşırtmak ve yanlış yöne sevketmek konusunda da üstüme yoktur.

Evlendikten sonra 1 senedir oturduğu semtte evinin yolunu kaybeden bir insanım ben!



Hatta geçenlerde Soner arkadaşımızı evinin önünden almak üzere iki kız arabaya atladık ve yola koyulduk. Kız 1: Ben. Kız 2: Arkadaşım (yol bulabilen bir arkadaştır kendisi)

Kız 1: Sonerlerin evinin yerini biliyorum ben kestirmeden götüreyim mi seni?
Kız 2: Canım bak emin misin? En son böyle dediğinde Beyazevlerde kaybolmuştun
Kız 1: Ya yok ya. Bizim eski evin oralarda oturuyorlar. Şimdi sen buradan dümdüz git sonra sağa dön.
Kız 2: Tamam bak güveniyorum sana.

(Bir bulvar geçilir. Trafik ışıkları geçilir)

Kız 1: İçses: (Neresi lan burası????) Ya şuradan da sola dönsene postane yoluna çıkacağız birazdan.
Kız 2: Ya canım bak valla burası değildi. 
Kız 1: Dur ben Soner'e telefon edeyim.
Kız 2: Kaybolduk değil mi?
Kız 1: Ne kaybolması? Sadece fazla geldik. Şimdi sen bu kavşaktan dön aynı yolu geri git.

Kız 1: Tel (Soneeeer sen neredesin şimdi?)
Soner: İstikbal bayisinin önünde bekliyorum. Siz neredesiniz?
Kız 1: E biz de oralardayız
Soner: Postaneyi geçtiniz mi?
Kız 1: Az önce geçtik
Soner: Ya geçmeyecektiniz. Geri dönün

Kız 1: Canım yine geçmişiz. Sen bir daha dönsene bu yoldan.
Kız 2: Bergamot, ben senin beynindeki GPS çipinin entegre devresinin bacağının taa .....
Kız 1: Hep kızıyosun bana. Napim? En son geldiğimde bu yolun sonundaydı o ev. Belki taşındılar (İçses: Yok artık !!)
Kız 2: Ben senin aklına uydum ya. Kendime kızıyorum ver şu telefonu
Kız 2: Tel (Soner neredesin sen?)
Soner: Hala İstikbal bayisinin önünde bekliyorum. Şuradan dön şuraya gel.
Kız 2: Tamam.

Kız 2: Bu yolla alakası yok Soner'in beklediği yerin ya. Allahım sana geliyorum
Kız 1: Hakikaten nerede bekliyormuş Soner yaa (Yavru kedi mode : on)
Kız 2: Sus Bergamot sus !!

3dk sonra Kız 1, Kız 2 ve Soner buluşurlar. Kabak yine benim başıma patlar :)) 

10 Şubat 2012 Cuma

En tatlı telif hakkı


Blog yeni malumunuz. O nedenle hala tasarım çalışmalarım devam ediyor. Arka plan nasıl olsun, en üste hangi görseli koyayım derken çok sevdiğim, saygıdeğer bir hocamın Flickr hesabındaki güzeller güzeli fotoğrafını banner olarak kullandım.

Yalnız,

Nasıl bir dalgınlıksa hocama fotoğrafını kullandığımı söylemeyi unuttum. Ve nasıl bir talihsizlikse :) hocam, seri tesadüfler eseri fotoğrafını blogta gördü ve tanıdı :)

Sonuç olarak telif hakkını ödemem gereken bir fotoğraf kullanmış oldum. Ödemeyi favori tariflerimden biri olan Tarçınlı Bisküvi ile yaptım :) 

Bu bisküvinin bizim ailedeki adları ve namı: “püskevit (ben), cookie (eşimin kardeşi), ya o şeyden yapsana (eşim), sana bu tarifi ben verdim ama sen daha güzel yapıyosun kurabiyesi (e-pack), bunun yağı şekeri az diyet niyetine yenir valla (eşimin ablası)” şeklinde gidiyor.

Sabah 10 sularında yaptığım telif hakkı ödemesinin boş kutusu 13 sularında odama ulaştı. Hocam da bana bir kutu kurabiye karşılığında fotoğrafı sattı :)

Tarife gelirsek, 10dk’da yapılıp 20dk’da pişen çok basit bir bisküvi tarifi:

Malzemeler:
1 yumurta
1 çay bardağı pudra şekeri
1 çay kaşığı tarçın
3 çay bardağı un
0.75 çay bardağı sıvı yağ
Yarım paket kabartma tozu

Yapılışı:
Malzemeleri karıştırıp hamur haline getirin ve ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp istediğiniz şekli verin. Fırını 150 C’ye getirip hafif kızarana kadar pişirin.

İş telaşından ne yazık ki püskevitleri fotoğraflayamadım. İnternetten en çok benzeyeni koydum. En yakın zamanda bu fotoğraf güncellenecektir.

Afiyet olsun

8 Şubat 2012 Çarşamba

Kendiniz hakkında bilinmeyen 7 şey

Bloglar arasında uzun zamandır dolaşan bir anket dalgası var: (sevgili bloggerlarımız bu işe MİM’lenmek deseler de ) Adı, kendiniz hakkında bilinmeyen yedi şey. Beni kimse mimlemese de “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir” manifestosuyla kendim hakkında kimsenin bilmediği yedi şeyi beynimin kıvrımlarında aramaya koyuldum. İnanın şu satırları yazarken ben bile neler çıkacağını bilmiyorum. Yazı yazmanın güzel tarafı da bu sanırım. Başlayalım:


1. Karşıdan karşıya geçme korkusu. Birçok insanda var mıdır bilmiyorum. Bir ilkokul öğretmeninin kızı olarak çocukluğumdaki karşıdan karşıya geçme törenlerimiz “önce sola sonra sağa sonra tekrar sola” marşı ile gerçekleşirdi. Sonrasında büyüyüp araba kullanmayı öğrenince trafikteki sürücülerin içindeki “öküzü” keşfettim. Bu keşfin verdiği bir korku sanırım bu. Adamlar 4 tekerlekli yaklaşık 1000 kg ağırlığındaki araçlara acımazken ortalama 70 kg ağırlığındaki yayalara nasıl davranacaklar sorusuna verdiğim cevaplar hiç iç açıcı değil. Yaya geçidi, yaya önceliği gibi konulara Türkiye, özellikle Adana trafiği için değinmeye bile gerek görmüyorum. O nedenle her karşıdan karşıya geçiş hikayem yanımdakinin “az daha beklersek akşam olacak” yakınmalarıyla son bulur.

2.Burç unutmama hobisi veya fobisi: Bundan 4-5 sene önce bu yazıyı yazıyor olsaydım ikinci maddenin başlığı “doğum günü unutmama” olurdu. Ne yazık ki son yıllarda doğum günlerini unutuyorum ama ne hikmetse herhangi birinin burcunu asla unutmuyorum. Çok tanıdığım, az tanıdığım, sevdiğim, sevmediğim, ünlü, ünsüz kim olursa olsun herhangi bir vesileyle doğduğu günü öğrenmişsem 5 sn içinde burcunu hesaplar ve asla unutmam. Bu bir hobi midir fobi midir bilmiyorum. Mesela size şu satırları yazarken rektörümüzün kova (yeni adıyla saka), Hitler’in boğa, bölüm sekreterimizin akrep, eski erkek arkadaşımın aslan olduğunu çok net bir şekilde hatırladığımı ama bunları niye belleğimde tuttuğumu bilmediğimi söylemek isterim.

3.Gereksiz şeyleri hatırlama. Arkadaşlarımın deyimiyle “gereksiz bilgiler ansiklopedisi” olma durumu. Madem bellekten açtık konuyu devam edelim. Bu üçüncü madde girdiğim sınavlarda hiç işe yaramadı biliyor musun sevgili okur. Hem de hiç. Adı üzerinde zaten gereksiz şeyleri hatırlama. Bu gereksizliğin üzerine şöyle bir anekdotla vurgu yaparsam sanırım daha anlaşılır olacak. Dün akşam sevgili kocam söylediği bir cümlenin sonuna “yalan mı?” sorusunu eklediğinde benim baştan sona eksiksiz hatırladığım şey, 90’lı yıllarda Özcan Deniz’in Yalan Mı? Şarkısının sonunda okuduğu içli (!) ve duygusal (!) şiir oldu. Hadi Özcan Deniz’in o yıllarda söylediği şarkıları hatırlıyorum diyelim bu sonundaki şiiri hatırlamak da neyin nesi değil mi ama. Üstelik Kral Tv’ye maruz kaldığım saatler dışında Özcan Deniz dinleyen bir insan da değilimdir. Dayanamayıp sevgili kocama bu durumu ilettiğimde kendisinden çok sevdiğim bir Adana tepki cümlesi olan “oha!!” tepkisini aldım.

4.Sevdiğini sevememe sevmediğini sevme. Başlıktan hiçbir şey anlamadınız değil mi? Bir Terazi burcu klasiği. Şöyle ki, hayatımda olup hiçbir fikir ayrılığına düşmediğim, sürekli kocaman gülümsememle dinleyip hıhı çektiğim insanları sevmediğimi 27 yaşından sonra keşfettim. İşin garip tarafı onlar beni çok seviyor. Ancak, her şeyine muhalif olduğum, her lafına laf sokup delirttiğim, onu yapma bunu yap salak mısın tepkilerini verdiklerimin kalbimde ayrı bir yeri oluyor. Bu laflara maruz kalan insanların bana bayıldığını söyleyemeyeceğim doğal olarak. İşte birkaç kişi var. Onlarla geçiyor hayat.

5.Fill in the blanks. Türkgilizce yazan ve konuşanlardan hiç haz etmem. Kendim de dikkat etmeye çalışırım ama bu maddenin başlığı beni İngilizce hazırlık sınıfı günlerimde çözdüğüm “boşlukları doldur” sorularına götürüyor. O yıllarda o sorulardan nasıl etkilenmişsem artık konuşmama yansımış. Karşımdakinin doldurmasını beklediğim anlam boşlukları ile konuşurum. Yakın çevrem için bu durum sorun olmasa da yeni tanıyanlar için bir muammaya dönüşüyor. Nesnesiz konuşmak, cümlenin başını söylememek, cümleyi “şey” lere boğmak benim dilbilgimin vazgeçilmez öğeleridir.


6. Ayakkabılar, ayakkabılar… Gelelim okuyan için en eğlenceli benim içinse en eziyetli maddeye. Kadınların boy ortalamasının 1.60 mt. civarı, ayak numarasının genelinin 37-38 olduğu bir ülkede 1.76 mt. boy, 41 numara ayakla yaşamak nasıl bir şeydir anlatayım. Boy kısmını atlıyorum çünkü artık yeni neslin maşallahı var boy konusunda. Türkiye’de 41 numara ayağı olan bir kadın olmak demek asla ve asla indirimden ayakkabı alamamak demektir (bunun acısını ancak kadınlar anlar :)). Bir çift siyah düz tabanlı ayakkabı için eskiden çarşıyı şimdilerde AVM’yi dokuz kere tavaf etmek demektir. Bütün 40 numara ayakkabılara “acaba kalıbı büyük müdür?” gözüyle bakmak demektir. Ayak numaranızı söylediğinizde satıcılardan aldığınız “çocuk mezarı gibiymiş abla” tepkilerine “çocuk sensin, mezar da sana girsin” tepkisi vermektir. Tek tesellim Adrina Lima'nın da 41 numara ayağa sahip olması.

7. Tırnak Yemek. Bu madde için değil bir paragraf, bir kitap bile yazabilirim. Bu konu hakkında çıkan makalelerin çoğunu okumuş, yöntemleri denemiş biri olarak söyleyebileceğim tek şey: Bırakmak istiyorsanız kadın-erkek farketmez manikür yaptırın. Genelde stresli ve huzursuz insanların tırnak yediğini söylerler ama bunun bir de genetik yönü var. Uzman gibi konuşmak istemem ama annemin ben birkaç aylık bebekken elimi ağzıma almamam için neredeyse kollarımı vücuduma bağlama aşamasına geldiğini anlatması işin bu yönünü de araştırmama sebep oldu. Evet stresli insanlar tırnak yerler ama bazı insanların da elini ağzına götürme alışkanlığı vardır. Sigara içmek, tırnak yemek, parmak emmek, saçla oynamak hep bu alışkanlığın bir tezahür şeklidir. Sonuç olarak ben bu alışkanlığı doğumumdan 26 sene sonra bıraktım.  Elini ağzına götürmüyor musun artık diyorsanız azalttım diyebilirim.

Bu yedi maddeyi okudum da ne oldu seninle ilgili şeylerden bize ne diyorsan sevgili okur seni buraya alayım. Yok benim de böyle özelliklerim var ben de paylaşayım diyorsan yorum kısmına yazman beni çok mutlu eder.

Sevgilerle