4 Ekim 2012 Perşembe

İtalya Gezisi-Siena durağı-Gün 3

Bugün Siena günü. Dünkü gibi sabah kahvaltımızı edip 22 numaralı otobüsle SM Novella'ya indik. Siena biletimizi aldıktan sonra Pisa'dan daha uzun sürecek Siena yolculuğumuza başladık. Yolculuk dur-kalklarla beraber 2 saate yakın sürüyor. Siena, Pisa'ya göre daha büyük ve düzenli bir şehir. 


Siena'da istasyonda indikten sonra sizi serin ve ferah bir dağ havası karşılıyor. Burası senede bir kez yapılan Palio at yarışları ile ünlenmiş (Biz Türkler burayı Fiat-Palio ve Fiat-Siena arabaları ile tanıyoruz :)). Biz gittiğimizde yarış yoktu. Bu nedenle şehir nispeten sakindi. İstasyondan gezilecek tarihi bölgelere doğru çıkan otobüsler var. Evet doğru okudunuz giden değil çıkan diyorum. Çünkü ciddi bir tırmanış sizi bekliyor olacak. Siena dağlık bir araziye sahip. Biz eşimle otobüse binmeyi değil tırmanmayı seçtik. Siena sokaklarını geze geze tarihi bölgeye çıktık. 

Siena'da görülmesi gereken ilk yer Piazza del Campo. Google Earth'te 3 boyutlu görüntülerini de bulabileceğiniz bu meydan ortasına doğru eğimli ve meydanın tam karşısında hali hazırda belediye binası olarak kullanılan Palazzo Pubblico var. 


                                          

Palazzo Pubblico'nun tam karşısında eskiden şehre su getirmek amacıyla yaptırılmış, hala içilebilir suya sahip güzel bir çeşme var. İtalyanlar buraya Fonte Gaia (Fountain of Joy) diyorlar

Siena sokakları daracık ve karanlık. Eğimli araziden dolayı binalar birbirlerinin üzerine yıkılacak gibi duruyorlar. Karanlık bina aralarına girmekten korkmayın. Piazza del Campo'nun en güzel görüntülerini buralardan yakalayacaksınız. 


Palio yarışlarına Siena'nın her mahallesi kendi yarışçısı ile katılıyor. Bu nedenle her mahallenin kendi simgesi ve bayrağı var. Bu bayrakları hediyelik eşya satan dükkanlarda görebilirsiniz. 

                                                                    Mahalle simgeleri


                   Palio yarışlarından bir kare

                 

Piazza del Campo'dan sonra Siena'nın duomosunu görmeye gittik. Bizi şaşırtmayan bir güzellik ve görkeme sahipti. 

                                      



Ara sokaklarda gezmek gerçekten kondüsyon işi. Bacaklarınıza güvenmiyorsanız buraya pek uğramayın derim. Bunlar da Siena sokaklarından görüntüler.



Yine saat 4-5 gibi Floransa'ya dönüp küçük bir tur yaptık. Bu turların ayrıntıları Floransa yazısında olacak.

NOT: Verilen tüm bilgiler Eylül 2012 tarihi için geçerlidir



İtalya Gezisi-Pisa durağı-Gün 2

Bugün Pisa'ya gidiyoruz. Sabah erken saatte uyanıp Pisa'ya gitmek için hazırlıklara başladık. Gitmeden önce hakkında çok kötü şeyler duyduğumuz İtalyan kahvaltısı yapacağız. Otelin kahvaltı salonu gayet güzel ve temizdi. Oteli seçerken continental kahvaltı denilen sıcak yiyeceklerin olmadığı bir kahvaltı bekliyorduk zaten. Yalnııız, kek, pasta ve kruvasandan oluşan bir kahvaltı beklemiyorduk gerçekten !! 

İtalyanların kahvaltı alışkanlığı Türklerle taban tabana zıt. Kahvaltıda şekerli şeyler yiyip espresso içiyorlar. Zeytin, salatalık, domates vb. şeyleri unutun. Bizim şansımıza kaldığımız oteli yıllardır kullanan bir Türk grup vardı. Onların ısrarları sonucunda menüye domates ve haşlanmış yumurta eklenmişti. Sonuç olarak peynirli, tereyağlı, cafe latte'li bir kahvaltı yaptıktan sonra 22 numaralı otobüsümüze atlayıp SM Novella istasyonunun yolunu tuttuk. 

İtalyadaki büyük istasyonların hepsinde bilet satın alma kioskları var. Buralardan istediğiniz yöne biletinizi nakit ya da kredi kartı ile alıp hiçkimseyle muhattap olmadan yolculuk yapabilirsiniz. Burada dikkat edilmesi gereken şey, bileti aldıktan sonra yeşil trenitalia makinelerine onaylatmanız. Çünkü bu biletlerin geçerlilik tarihleri gayet uzun. Hangi gün kullandığınızın bilinmesi için onaylatmanız gerekiyor. Biz de bu kioskları kullanıp Pisa biletimizi aldık ve 1 saat sonra Pisa'ya vardık.


Pisa, eğik kulesi ile ünlenmiş küçük ve zengin bir kasaba olarak nitelendirilebilir. İstasyondan çıktıktan sonra ister bir harita edinin isterseniz de kalabalığı takip ederek kulenin ve duomonun bulunduğu bölgeye ulaşabilirsiniz. Biz gitmeden önce Google Earth kullanarak gideceğimiz yerleri belirlemiş ve harita olarak çıktısını almıştık. Şehir de küçük olunca yol bulmak hiç sorun olmadı. (Roma için aynı şeyi söyleyemeyeceğim )

İstasyondan çıkıp dümdüz devam ettiğinizde nehrin yanı başında ilk göreceğiniz güzellik Santa Maria della Spina kilisesi. Bu kilisede Hz. İsa'nın başındaki dikenli tacın dikenlerinden birisi bulunuyormuş. Kilise kapalı. Sadece dışından bakabiliyorsunuz.



Köprüyü geçip devam ettikten bir 10 dk. sonra eğik kuleyi görebilirsiniz. Aynı bölgede duomo (katedral), baptistery (vaftizhane) ve mezarlıklar da var. Duomo'nun arka tarafındaki geniş çimlik alandan baktığınızda şehrin tarihi surlarını görebilirsiniz.

Eğik kule gerçekten muhteşem. Hakkında birşeyler okuyup gidin derim. Eğik kuleyi itme, düzeltmeye çalışma, kaldırmaya çalışma temalı fotoğrafları çekmeyeni dövüyorlar :)) Gider gitmez bu işi halledin. En eğlenceli kısım ise bu pozu vermeye çalışanları fotoğraflamak. Doğru açıdan bakılmadığında ne kadar komik durduğunu görmelisiniz.




Kuleye çıkmak, duomo ve diğer kısımların içini gezmek mümkün. Biz eşimle bu tür ziyaretleri değil sokak sokak gezmeyi sevdiğimiz için kule ve çevresinde yaklaşık 1 saat zaman harcayıp Pisa sokaklarına kendimizi attık. 

Duomo bölgesinden sonraki durağımız Şövalyeler Meydanı. İtalyaya gittiğinizde piazza kelimesine aşina olmaya hazır olun. Piazza meydan palazzo saray demek. Ülkenin her köşesinden tarih fışkırdığı için göreceğiniz en yeni eserler 300-400 yıllık olacaktır. Şövalyeler meydanı, şu anda her biri farklı amaçlarla kullanılan ama eskiden şehir için önem arz eden bina ve saraylarla çevrelenmiş bir meydan. Sakin sessiz güzel bir yer. Gitmeden önce meydandaki binalarla ilgili bilgi edinebilirsiniz. 



Meydandan şehir merkezine geçtikten sonra guruldayan karınlarımızın sesini dindirmek için yemek arayışına girdik. İtalyaya gitmek isteyenlerdeki "pizza, makarna yerim hiç aç kalmam" algısının doğru olmadığını öncelikle söylemek isterim. Eğer bizim gibi domuz etine karşı bir hassasiyetiniz söz konusu ise ve vejetaryen değilseniz yemek bulmakta zorlanacaksınız. Tavuk ve dana eti kullanımı hazır yemeklerde çok az. Ya domuz eti var ya da sebze. Biz genellikle sebzeli pizzalardan alıyorduk. Pisa'da şansımıza bir Türk dönerciye rastladık. "Halal" ibaresi olan restoranlardan gönül rahatlığı ile yiyebileceğimizi söyledi. Bu da Pisa'daki yemeğimiz




Sokak aralarında dolaşıp keşfimizi tamamladıktan sonra saat 3'te trene binip 4 sularında Floransa SM Novella istasyonuna geri döndük. 

Akşam gezmek için Piazza della Repubblica'ya gittik. Burası ortasında koca bir atlıkarınca olan, etrafı restoranlarla çevrili, sokak sanatçılarının sürekli bir şeyler çalıp söylediği şehrin göbeğinde rüya gibi bir meydan. Buradan sonra akşam yemeğimizi içinde H&M ve Coop marketin bulunduğu bir AVM'de yedik. 



Yarın Siena gezisi var. 


NOT: Verilen tüm bilgiler Eylül 2012 tarihi için geçerlidir.







İtalya Gezisi-Floransa durağı-Gün 1


Ne kadar yaratıcı bir başlık oldu değil mi? Blog dünyasının en popüler konularından biri olan İtalya gezileri konusunu görüyor ve bir arttırıyorum. 

Benim adamın Erasmus Personel Hareketliliği programına katılmak istemesinden mütevellit bizim de yolumuz Remus ve Romulus'un memleketi İtalya'ya düştü efendim. 11 günlük macera boyunca aklımda kalanları bir bir yazmaya çalışacağım.

İlk gün Pegasus hava yolları ile 14.00 sularında Roma'ya vardık. Gitmeden önce Sabiha Gökçen havalimanının free shop kısmına şöyle bir göz atıp dönerken alırız dedik (almadık). Fiumicino havalimanı oldukça büyük ve şehre uzak. Havalimanından Roma'ya giden birçok servis bulunuyor. Fiyatları 4-7 € arasında değişiyor. Yolcu çıkış kapısından çıktıktan sonra sağa dönüp yürüyün ve ilk kalkacak olana binin derim ben. Çünkü hepsi Termini'nin önünde indiriyor. Zaten Termini'ye vardıktan sonra istediğiniz yere ulaşmanız işten bile değil. Terravision ve Cotral bu servislerin en iyi bilinenlerinden

Bizim gezi planımız Floransa'dan başladığı için Termini'ye iner inmez Trenitalia'dan  aylar öncesinden aldığımız Roma-Firenze hızlı trenine atladık ve Floransa'ya doğru yol aldık. Gezinin bundan sonraki 4 günü Floransa, Pisa ve Siena'da geçti.

Akşama doğru Santa Maria Novella istasyonunda indikten sonra bavulları bırakmak için otelimize geçtik. Otelimiz  Floransa'nın tarihi kısımlarından biraz uzakta küçük ve temiz bir oteldi. Floransa'da ulaşım pek sorun olmadı. 22 Numaralı otobüs sağolsun bizi otelden şehre, şehirden otele taşıdı durdu. İtalya'da genel olarak otobüste bilet kontrolü yok. Orada yaşayanların aylık ve ya yıllık pasoları var. Sizin pasonuz olmayacağı için 2-4-8-10 binişlik biletlerden alıp otobüse bindiğinizde makinaya okutmanız gerekiyor. Okutmazsak ne olur derseniz, kontrol olmadığı sürece bir şey olmuyor ama kontrole denk gelirseniz 200€' cuk cezası var. (Biz bir kere kontrole denk geldik. Ptesi sabahıydı)

Adana'nın kavurucu sıcaklarına alışmış bir bünyeye sahipseniz Floransa size biraz serin gelebilir. O nedenle yanınızda hafif kalın giyecekler götürmeyi unutmayın. Biz sadece tişörtlerimizle gittiğimiz için ilk gün soluğu H&M'de aldık.

Alışveriş konusu açılmışken hemen söyleyeyim; İtalya belli bir bütçe ile gidilmişse kesinlikle alışveriş yapılacak bir yer değil. Herşeyden önce €-TL kur farkından dolayı fiyatlar bizim için çok yüksek. O nedenle kendinizi çok kasmayın.

H&M'den kendimize uzun kollu bir şeyler aldıktan sonra otelin yolunu tuttuk. Yarın Pisa turu var.

İlk günden bir kare. SM Novella yolcu çıkışı




NOT: Verilen tüm bilgiler Eylül 2012 tarihi için geçerlidir





30 Nisan 2012 Pazartesi

Doktora mı o da ne?

Türkiye'deki üniversitelerin herhangi bir bölümünde doktora yapmak ve/ve ya araştırma görevlisi olmak demek yaptığınız iş ve eğitiminiz hakkında çeşit çeşit soruyla muhattap olmak demektir. Bir kere bizim millet üniversite sınavıyla girilen lisans bölümleri haricindeki yüksek öğrenimi ancak "üniversitede hocayım" derseniz idrak edebilir. Aradaki eğitim süreci gereksizdir, zaman kaybıdır, naptıkları belli değildir. 


Mesela, bir aile ortamına girdiniz diyelim (aile ortamı derken kastımız ortalama eğitim seviyesinin MSc-PhD olduğu bir aile değil tabii ki). İlk sorunuz evli olanlar için çocuk yok mu, evli olmayanlar için ee hadi ne zaman evleniyorsun olacaktır. Bu soru akabinde olaylar gelişir:


+Kaç yıl oldu evlendiniz çocuk yok mu?
-Doktora yapıyoruz. Çocuk düşünmüyoruz
+Doktora mı okuyonuz? Hangi bölüm o? (Eşinize dönerek) Ee halâ okuyormuş bu kız niye aldınız ki bunu?
-asdadfafa (mavi ekran)


*******************************************************************

+Kaç yıl oldu evlendiniz çocuk yok mu?
-Doktora yapıyoruz. Çocuk düşünmüyoruz
+Benim halanın dayısının oğlunun torunu da yüksek lisans yaptıydı. Sizin ki de master oluyo demi?
-Yok doktora master'dan sonra oluyor.
+Ha o zaman onunki daha iyi sizden. Yüksek yaptıydı çünkü.
-asdadfafa (mavi ekran)


*******************************************************************



+Kaç yıl oldu evlendiniz çocuk yok mu?
-Doktora yapıyoruz. Çocuk düşünmüyoruz
+Yani şimdi siz tam olarak napmış oluyonuz (Araştırmacı kişilik)
-Doktora tezi hazırlıyoruz. Bir konuda derinlemesine araştırma yapıyoruz.
+Yani??
-Bir konu belirleyip o konuda bilimsel bir gelişme sağlayıncaya kadar araştırma yapıyoruz.
+Hımmm. Nerede yapıyonuz bunu?
-Okulda. 
+Ha sen okuyon halâ. Çalışıyor dedilerdi senin için.
-Hem okuyorum hem de okulda asistanlık yapıyorum.
+Ne asistanısın? (Araştırmaya devam)
-Bölümün asistanıyım.
+Ha şu sekreterler gibi yani. Hem okuyon hem okulda çalışıyon (Masabaşı çalışan herkes sekreter)
-asdadfafa (mavi ekran)


*******************************************************************



+Kaç yıl oldu evlendiniz çocuk yok mu?
-Doktora yapıyoruz. Çocuk düşünmüyoruz
+Doktora mı? Master gibi tez yazıyorsunuz değil mi? (Azıcık birşey bildiği sanılan akraba)
- (Bir umut kırıntısı ile) Ya evet tezi hazırlarsak bitecek inşallah
+Ya tez dediğin nedir ya. Yaz bitsin. 50 sayfa falan değil mi onlar. Her akşam oturup 1 saat baksan yazarsın.
-(Kaynak: Oturma organım diyerek her akşam oturup 1'er saat yazarım) Peki


*******************************************************************



+Kaç yıl oldu evlendiniz çocuk yok mu?
-Doktora yapıyoruz. Çocuk düşünmüyoruz
+Ha siz okulda hocaymışınız. Annengil söyledi
-Yok değiliz henüz. Doktorayı bitirince kadro bulabilirsek olacağız.
+Öğretim görevlisi değil misiniz yani?
-Araştırma görevlisiyiz. Farklı kadrolar onlar
+Doktorayı bitirince mi öğretim görevlisi olacaksınız.
-Hayır onlar öğretim üyesi. Öğretim görevliliği farklı bir kadro.Öğretim üyesi, öğretim görevlisi, araştırma görevlisi ve okutmanlar tamamen farklı görevdeki kişiler.
+ (Bu defa karşı taraf ) asdadfafa (mavi ekran)


*******************************************************************

+Kaç yıl oldu evlendiniz çocuk yok mu?
-Doktora yapıyoruz. Çocuk düşünmüyoruz
+Yani??
-Yani hala okuyoruz.
+Kızım başlatma okumana. Kaç yaşına gelmişsin. Yap bir tane ver ellerine kaynanangilin (Eline vermek derken??)
-Yok ben kendim ilgilenmek istiyorum. Başkası baksın istemiyorum.
+Sen daha okulunu bitirememişin kaç senedir. Çocuk mu bakacaksın bir de (Samimi ve etkileyici)
-Peki teyzecim


*******************************************************************


Bu muhabbeti çeşitlemek ve alternatif bir cevap üretmek amacıyla son zamanlarda çocuk yok mu diyenlere eşimin göbeğini göstererek: "Biz biricik yavrumuzu burada besleyip büyütüyoruz. Deniz atı olsaymışız keşke" diyorum. Doktora, göbek, deniz ve at muhabbetleri nasıl gelişiyor artık siz  tahmin edin :)) 










































14 Şubat 2012 Salı

Şubat 2012 Lila Kutu


Malum kozmetik al-satçısı, AVM gediklisi markalara rant sağlamak amacıyla yasaklanan yurtdışından kozmetik alışverişi nedeniyle kozmetik meraklısı tayfa bu kutulara tebelleş olduk. 

Her ay belli bir ücret karşılığı abone oluyor ve farklı markaların tam boy, seyahat boyu ve ya deneme boyu ürünlerini alıyoruz. Ben de Lila Kutu abonesiyim. Şubat ayı kutusu ödediğimiz paraya değecek içerikteydi. İçindekiler:

  • L'occitane  Vücut Losyonu 30 ml (Denemeye değer)
  • Revigen Şampuan 50 ml (Saç dökülmesi sorunum yok ama küçük ambalajlar seyahat için iyi olur)
  • Max Factor Ageless Elixir Fondöten (Tek kullanımlık) (Yaşım tutmuyor :)
  • Marrakes Oil saç şekillendirici iksir (Tek kullanımlık) (Briyantin tarzı bir ürün sanırım. Kesinlikle kullanmam)
  • Durance El Kremi (Tek kullanımlık) (Fotoğraf çekiminden sonra bitirildi. Sıradan bir el kremi)
  • Cosmed tüy azaltıcı vücut losyonu 20 ml ve tüy azaltıcı serum 10 ml. (Lazerden sonra denenecek)
  • Bir çorap ve kalpli bir toka (Çok sevimliler)
  • Activar marka yüz maskesi. (Yeşil çayla karıştırılıp yapılıyormuş. İlk defa görüyorum böyle bir ürünü. En kısa zamanda yapılıp postu yazılacak. Maske tarifi aşağıda)
  • Ve kutunun en güzel parçası: Inglot marka tam boy allık. Adını bulamadım ama ambalajın üzerinde 32 numara olduğu yazıyor. Çok tatlı şeftali-pembe arası bir ton.


Gelelim eleştirilere

Lila Kutu sayfasında güzellik profilimiz olmasına rağmen çok alakasız ürün gönderilmesini anlayamıyorum. Örneğin Max Factor Ageless Elixir Fondöten 'in hitap ettiği yaş aralığı belli. E bizim doğum tarihimiz de sitede kayıtlı. Neden yaşımıza uygun bir fondöten değil de bu geliyor? Değil mi ama?

Ocak ayı kutusu tam bir fiyaskoydu gerçekten. Bu ay toparlamışlar biraz. 

Çorap, toka gibi alternatif ürün göndermelerini çok beğendim. 

Genel olarak kutu kalitesi ve markanın müşteri hizmetlerinden de çok memnunum. Ayşenur Yazıcı'nın da katkılarıyla sayfaları giderek daha kaliteli hale geliyor.

Her geçen ay Lila Kutu'nun kendisini geliştirmesini bekliyoruz.

Sevgililer gününüz kutlu olsun. Sevgiyle ve sevgilinizle kalın




Kendiniz Hakkında bilinmeyen 8. şey


Kendiniz hakkında bilinmeyen 7 şey yazısını yazarken en önemli maddelerden birini atlamışım. Kadınların malum, erkeklerin gizli sorunu: Yön Bulma !! 

Hayatım boyunca hiç yön bulma duygusu yüksek bir insan olamadım. Yön bulamadığım gibi yanımdakini şaşırtmak ve yanlış yöne sevketmek konusunda da üstüme yoktur.

Evlendikten sonra 1 senedir oturduğu semtte evinin yolunu kaybeden bir insanım ben!



Hatta geçenlerde Soner arkadaşımızı evinin önünden almak üzere iki kız arabaya atladık ve yola koyulduk. Kız 1: Ben. Kız 2: Arkadaşım (yol bulabilen bir arkadaştır kendisi)

Kız 1: Sonerlerin evinin yerini biliyorum ben kestirmeden götüreyim mi seni?
Kız 2: Canım bak emin misin? En son böyle dediğinde Beyazevlerde kaybolmuştun
Kız 1: Ya yok ya. Bizim eski evin oralarda oturuyorlar. Şimdi sen buradan dümdüz git sonra sağa dön.
Kız 2: Tamam bak güveniyorum sana.

(Bir bulvar geçilir. Trafik ışıkları geçilir)

Kız 1: İçses: (Neresi lan burası????) Ya şuradan da sola dönsene postane yoluna çıkacağız birazdan.
Kız 2: Ya canım bak valla burası değildi. 
Kız 1: Dur ben Soner'e telefon edeyim.
Kız 2: Kaybolduk değil mi?
Kız 1: Ne kaybolması? Sadece fazla geldik. Şimdi sen bu kavşaktan dön aynı yolu geri git.

Kız 1: Tel (Soneeeer sen neredesin şimdi?)
Soner: İstikbal bayisinin önünde bekliyorum. Siz neredesiniz?
Kız 1: E biz de oralardayız
Soner: Postaneyi geçtiniz mi?
Kız 1: Az önce geçtik
Soner: Ya geçmeyecektiniz. Geri dönün

Kız 1: Canım yine geçmişiz. Sen bir daha dönsene bu yoldan.
Kız 2: Bergamot, ben senin beynindeki GPS çipinin entegre devresinin bacağının taa .....
Kız 1: Hep kızıyosun bana. Napim? En son geldiğimde bu yolun sonundaydı o ev. Belki taşındılar (İçses: Yok artık !!)
Kız 2: Ben senin aklına uydum ya. Kendime kızıyorum ver şu telefonu
Kız 2: Tel (Soner neredesin sen?)
Soner: Hala İstikbal bayisinin önünde bekliyorum. Şuradan dön şuraya gel.
Kız 2: Tamam.

Kız 2: Bu yolla alakası yok Soner'in beklediği yerin ya. Allahım sana geliyorum
Kız 1: Hakikaten nerede bekliyormuş Soner yaa (Yavru kedi mode : on)
Kız 2: Sus Bergamot sus !!

3dk sonra Kız 1, Kız 2 ve Soner buluşurlar. Kabak yine benim başıma patlar :)) 

10 Şubat 2012 Cuma

En tatlı telif hakkı


Blog yeni malumunuz. O nedenle hala tasarım çalışmalarım devam ediyor. Arka plan nasıl olsun, en üste hangi görseli koyayım derken çok sevdiğim, saygıdeğer bir hocamın Flickr hesabındaki güzeller güzeli fotoğrafını banner olarak kullandım.

Yalnız,

Nasıl bir dalgınlıksa hocama fotoğrafını kullandığımı söylemeyi unuttum. Ve nasıl bir talihsizlikse :) hocam, seri tesadüfler eseri fotoğrafını blogta gördü ve tanıdı :)

Sonuç olarak telif hakkını ödemem gereken bir fotoğraf kullanmış oldum. Ödemeyi favori tariflerimden biri olan Tarçınlı Bisküvi ile yaptım :) 

Bu bisküvinin bizim ailedeki adları ve namı: “püskevit (ben), cookie (eşimin kardeşi), ya o şeyden yapsana (eşim), sana bu tarifi ben verdim ama sen daha güzel yapıyosun kurabiyesi (e-pack), bunun yağı şekeri az diyet niyetine yenir valla (eşimin ablası)” şeklinde gidiyor.

Sabah 10 sularında yaptığım telif hakkı ödemesinin boş kutusu 13 sularında odama ulaştı. Hocam da bana bir kutu kurabiye karşılığında fotoğrafı sattı :)

Tarife gelirsek, 10dk’da yapılıp 20dk’da pişen çok basit bir bisküvi tarifi:

Malzemeler:
1 yumurta
1 çay bardağı pudra şekeri
1 çay kaşığı tarçın
3 çay bardağı un
0.75 çay bardağı sıvı yağ
Yarım paket kabartma tozu

Yapılışı:
Malzemeleri karıştırıp hamur haline getirin ve ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp istediğiniz şekli verin. Fırını 150 C’ye getirip hafif kızarana kadar pişirin.

İş telaşından ne yazık ki püskevitleri fotoğraflayamadım. İnternetten en çok benzeyeni koydum. En yakın zamanda bu fotoğraf güncellenecektir.

Afiyet olsun

8 Şubat 2012 Çarşamba

Kendiniz hakkında bilinmeyen 7 şey

Bloglar arasında uzun zamandır dolaşan bir anket dalgası var: (sevgili bloggerlarımız bu işe MİM’lenmek deseler de ) Adı, kendiniz hakkında bilinmeyen yedi şey. Beni kimse mimlemese de “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir” manifestosuyla kendim hakkında kimsenin bilmediği yedi şeyi beynimin kıvrımlarında aramaya koyuldum. İnanın şu satırları yazarken ben bile neler çıkacağını bilmiyorum. Yazı yazmanın güzel tarafı da bu sanırım. Başlayalım:


1. Karşıdan karşıya geçme korkusu. Birçok insanda var mıdır bilmiyorum. Bir ilkokul öğretmeninin kızı olarak çocukluğumdaki karşıdan karşıya geçme törenlerimiz “önce sola sonra sağa sonra tekrar sola” marşı ile gerçekleşirdi. Sonrasında büyüyüp araba kullanmayı öğrenince trafikteki sürücülerin içindeki “öküzü” keşfettim. Bu keşfin verdiği bir korku sanırım bu. Adamlar 4 tekerlekli yaklaşık 1000 kg ağırlığındaki araçlara acımazken ortalama 70 kg ağırlığındaki yayalara nasıl davranacaklar sorusuna verdiğim cevaplar hiç iç açıcı değil. Yaya geçidi, yaya önceliği gibi konulara Türkiye, özellikle Adana trafiği için değinmeye bile gerek görmüyorum. O nedenle her karşıdan karşıya geçiş hikayem yanımdakinin “az daha beklersek akşam olacak” yakınmalarıyla son bulur.

2.Burç unutmama hobisi veya fobisi: Bundan 4-5 sene önce bu yazıyı yazıyor olsaydım ikinci maddenin başlığı “doğum günü unutmama” olurdu. Ne yazık ki son yıllarda doğum günlerini unutuyorum ama ne hikmetse herhangi birinin burcunu asla unutmuyorum. Çok tanıdığım, az tanıdığım, sevdiğim, sevmediğim, ünlü, ünsüz kim olursa olsun herhangi bir vesileyle doğduğu günü öğrenmişsem 5 sn içinde burcunu hesaplar ve asla unutmam. Bu bir hobi midir fobi midir bilmiyorum. Mesela size şu satırları yazarken rektörümüzün kova (yeni adıyla saka), Hitler’in boğa, bölüm sekreterimizin akrep, eski erkek arkadaşımın aslan olduğunu çok net bir şekilde hatırladığımı ama bunları niye belleğimde tuttuğumu bilmediğimi söylemek isterim.

3.Gereksiz şeyleri hatırlama. Arkadaşlarımın deyimiyle “gereksiz bilgiler ansiklopedisi” olma durumu. Madem bellekten açtık konuyu devam edelim. Bu üçüncü madde girdiğim sınavlarda hiç işe yaramadı biliyor musun sevgili okur. Hem de hiç. Adı üzerinde zaten gereksiz şeyleri hatırlama. Bu gereksizliğin üzerine şöyle bir anekdotla vurgu yaparsam sanırım daha anlaşılır olacak. Dün akşam sevgili kocam söylediği bir cümlenin sonuna “yalan mı?” sorusunu eklediğinde benim baştan sona eksiksiz hatırladığım şey, 90’lı yıllarda Özcan Deniz’in Yalan Mı? Şarkısının sonunda okuduğu içli (!) ve duygusal (!) şiir oldu. Hadi Özcan Deniz’in o yıllarda söylediği şarkıları hatırlıyorum diyelim bu sonundaki şiiri hatırlamak da neyin nesi değil mi ama. Üstelik Kral Tv’ye maruz kaldığım saatler dışında Özcan Deniz dinleyen bir insan da değilimdir. Dayanamayıp sevgili kocama bu durumu ilettiğimde kendisinden çok sevdiğim bir Adana tepki cümlesi olan “oha!!” tepkisini aldım.

4.Sevdiğini sevememe sevmediğini sevme. Başlıktan hiçbir şey anlamadınız değil mi? Bir Terazi burcu klasiği. Şöyle ki, hayatımda olup hiçbir fikir ayrılığına düşmediğim, sürekli kocaman gülümsememle dinleyip hıhı çektiğim insanları sevmediğimi 27 yaşından sonra keşfettim. İşin garip tarafı onlar beni çok seviyor. Ancak, her şeyine muhalif olduğum, her lafına laf sokup delirttiğim, onu yapma bunu yap salak mısın tepkilerini verdiklerimin kalbimde ayrı bir yeri oluyor. Bu laflara maruz kalan insanların bana bayıldığını söyleyemeyeceğim doğal olarak. İşte birkaç kişi var. Onlarla geçiyor hayat.

5.Fill in the blanks. Türkgilizce yazan ve konuşanlardan hiç haz etmem. Kendim de dikkat etmeye çalışırım ama bu maddenin başlığı beni İngilizce hazırlık sınıfı günlerimde çözdüğüm “boşlukları doldur” sorularına götürüyor. O yıllarda o sorulardan nasıl etkilenmişsem artık konuşmama yansımış. Karşımdakinin doldurmasını beklediğim anlam boşlukları ile konuşurum. Yakın çevrem için bu durum sorun olmasa da yeni tanıyanlar için bir muammaya dönüşüyor. Nesnesiz konuşmak, cümlenin başını söylememek, cümleyi “şey” lere boğmak benim dilbilgimin vazgeçilmez öğeleridir.


6. Ayakkabılar, ayakkabılar… Gelelim okuyan için en eğlenceli benim içinse en eziyetli maddeye. Kadınların boy ortalamasının 1.60 mt. civarı, ayak numarasının genelinin 37-38 olduğu bir ülkede 1.76 mt. boy, 41 numara ayakla yaşamak nasıl bir şeydir anlatayım. Boy kısmını atlıyorum çünkü artık yeni neslin maşallahı var boy konusunda. Türkiye’de 41 numara ayağı olan bir kadın olmak demek asla ve asla indirimden ayakkabı alamamak demektir (bunun acısını ancak kadınlar anlar :)). Bir çift siyah düz tabanlı ayakkabı için eskiden çarşıyı şimdilerde AVM’yi dokuz kere tavaf etmek demektir. Bütün 40 numara ayakkabılara “acaba kalıbı büyük müdür?” gözüyle bakmak demektir. Ayak numaranızı söylediğinizde satıcılardan aldığınız “çocuk mezarı gibiymiş abla” tepkilerine “çocuk sensin, mezar da sana girsin” tepkisi vermektir. Tek tesellim Adrina Lima'nın da 41 numara ayağa sahip olması.

7. Tırnak Yemek. Bu madde için değil bir paragraf, bir kitap bile yazabilirim. Bu konu hakkında çıkan makalelerin çoğunu okumuş, yöntemleri denemiş biri olarak söyleyebileceğim tek şey: Bırakmak istiyorsanız kadın-erkek farketmez manikür yaptırın. Genelde stresli ve huzursuz insanların tırnak yediğini söylerler ama bunun bir de genetik yönü var. Uzman gibi konuşmak istemem ama annemin ben birkaç aylık bebekken elimi ağzıma almamam için neredeyse kollarımı vücuduma bağlama aşamasına geldiğini anlatması işin bu yönünü de araştırmama sebep oldu. Evet stresli insanlar tırnak yerler ama bazı insanların da elini ağzına götürme alışkanlığı vardır. Sigara içmek, tırnak yemek, parmak emmek, saçla oynamak hep bu alışkanlığın bir tezahür şeklidir. Sonuç olarak ben bu alışkanlığı doğumumdan 26 sene sonra bıraktım.  Elini ağzına götürmüyor musun artık diyorsanız azalttım diyebilirim.

Bu yedi maddeyi okudum da ne oldu seninle ilgili şeylerden bize ne diyorsan sevgili okur seni buraya alayım. Yok benim de böyle özelliklerim var ben de paylaşayım diyorsan yorum kısmına yazman beni çok mutlu eder.

Sevgilerle